Bir ağırlık var yüreklerimizde ve zaaflarla kıvranıyoruz. İhlas, takva, sabır, sebat, azim, gayret ve hepsinden önemlisi endişe yok, aşk yok; evet âkil insanların aşktan mahrum kalmalarından daha vahim ne olabilir ki?

İman ve aksiyon adamı Necip Fazıl’ın yaptığı tespit doğruydu:
“Başımıza ne geldiyse aşkımızı kaybetmekten geldi.”
Âşık Yunus ise asırlar öncesinden aynı minvaldeki tüm sorunların kaynağına/çözümüne işaret ediyordu:
“Aşk gelirse cümle eksiklikler biter.”
Biz de nice zamandır bu aşktan mahrum kaldığımız için çözülme yaşamıyor muyuz? Tembellik, gevşeklik, gamsızlık, bencillik, yorgunluk ve pek çok zaaf bünyeye musallat olmuşsa; aşk, şevk, gayret, sebat, fedakârlık… nostaljik ya da kitabî meziyetler olarak anılıyorsa durun ve şu soruyu sormaktan çekinmeyin:
Bizler, tüm bu zaafların vesayeti altında bugünden geleceğe bir inşanın özneleri olabilir miyiz?
Ziya Paşa’nın deyişiyle:
“ Böyle gecenin hayr umulur mu seherinde.”
Bir yorgunluk hali var üzerimizde besbelli, aşkımızı yitirdiğimizden mi acaba! Şair ne de güzel söylemişti oysa:
 ”Aşkın bir adı da yorulmamaktır.”
Evet, yorgunluğumuz belki de aşksızlığımızdandır.
Yüreklerindeki bu eksikliği fark edip yeniden kendi içinde arayanlara ve bulanlara, ne diyelim, aşk olsun. Ne güzeldi o mısralar değil mi?
 
Aşktı alınıp verilen,
Altın bir vakitti yaşadığımız,
Bir muştuyu algılamanın sürekli gerilimiydi sanki unutmadım.
Haydi gel bir daha arayalım.
Herkesin ve her şeyin uykuya durduğu bir vakitte.
Gürül gürül bardaktan boşanır gibi.
Yeryüzünü ve gökyüzünü,
Dünyanın bu yüzünü ve öbür yüzünü
Geceyi ve gündüzü dolduran,
Yüreğimizi kuşatan
O kitaptan okunanı.
 
Birbirine akıl vermek yerine aşkını sunanlardan olabilmek, bize yeniden o metafizik gerilimi yaşatacaktır. Yeter ki kalbimizi parçalanmadan kurtaralım. Zira: “Allah bir göğüste iki kalp yaratmamıştır.”
Evet dostlar, bir yürek parçalanması ve bir yürek tutulmasıdır yaşanan. Yüreklerimizdeki pası silecek ve tutulduğumuz her ne ise bizi Hakk’tan, hakikatten, dertten, sevdadan ve aşktan uzaklaştıran, cümlesinden arınacak bir tövbeye ne kadar da muhtacız.

Yüreklerde bir bölünme ve parçalanma yaşandıysa dışta görünen birlik hali de bizi güçlü kılmaz. Sayıca çokluk olsa da kaht-i ricalin yaşandığı bir ahir zaman yoksulluğudur üzerimize çullanan. 

Hz. Sevban (r.a) anlatıyor: “Resûlullah (s.a.s) buyurdular ki:
“Size çullanmak üzere, yabancı kavimlerin, tıpkı sofraya çağrışan yiyiciler gibi, birbirlerini çağıracakları zaman yakındır.”
Orada bulunanlardan biri: “O gün sayıca azlığımızdan mı?” diye sordu.
“Hayır, buyurdular. Bilakis o gün siz çok olacaksınız. Lakin sizlerin, bir selin getirip yığdığı çer-çöpler gibi hiçbir ağırlığınız olmayacak. Allah, düşmanlarınızın kalbinden size karşı korku duygusunu çıkaracak ve sizin kalplerinize zaafı atacak!”
“Zaaf da nedir ey Allah’ın Resûlü?” denildi.
“ Dünya sevgisi ve ölüm korkusu!” buyurdular.”
Yine kalbe işaret ve yine niyetleri sorgulatan bir ikaz… Kemiyet değil keyfiyet, sayıca çokluk değil kalite önemli; yani öncelikle kalplerde olana dikkat edilmesi gerekiyor. Hesap endişesi, takva kıvamı; yerini dünyevileşmeye bırakırsa elbette bu zaafla malül insanlardan müteşekkil camiaların işleri de bereketsizleşecek, etkileme güçleri azalacak ve etkilenen nesne ya da hadisin benzetmesiyle çer çöp haline gelme zilletine düşülecektir.
Zayıf ve güçlü yanlarımızı doğru tespit etmemiz gerekiyor.
Evet, hepimizin zayıf noktası bizim için meçhul ama rabbimizce malumdur; O kalplerin derinliklerinde gizli olanı bilendir. Bize yön veren, bizi çekip çeviren, azaların efendisi olan kalplerimiz neyin etkisi altındadır, dünyaya mı yoksa ahirete mi ayarlıdır?    
Hz. Ali (r.a.)’ın uyarısıyla söyleyelim:
 “Dünya arkasını dönmüş gidiyor, âhiret ise yönelmiş geliyor. Bunlardan her ikisinin de kendine has evlatları var. Sizler âhiretin evlatları olun. Sakın dünyanın evlatları olmayın. Zira bugün amel var hesap yok, yarın ise hesap var amel yok.”
Ahiretin evlâdı olabilmek nasıl bir şey?
Ölümle barışık olmak, ölmeden önce ölmek ve hesabı bugüne taşımak belki de.
Ahmet Türkben