“İlâhî ente maksûdî ve rıdâke matlûbî”

Niyetler, kalbin ameli olup işlerin hangi amaçlar için yapıldığını belirleyen, niçin sorusuna verilen cevaplardır ve Allah için olanla olmayan, verimin ve başarının değerini belirleyen en önemli ölçüttür.
Bir işe koyulmadan önce ve iş esnasındaki kasdımız, kararımız ve irademiz o işin icrasından daha önemlidir.  
Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.s) buyuruyor:  ”Mü’minin niyeti, amelinden daha hayırlıdır.” Amelden daha önemli ve öncelikli olan niyettir. Zira bir amelin kalitesi ve bereketi, sağlam ve temiz bir niyete sahip olmaya bağlıdır. Kaldı ki bizi kurtaracak olan da belki amellerimizden çok niyetlerimizdir. Sınırlı dünya hayatında yaptığımız ameller, eğer bizi ebedi cennete ulaştıracaksa bu, ancak katıksız ve ebedi bir kulluk niyetinin sonucunda rabbimizin lütfu olarak gerçekleşecektir. 
Amr bin Sabit’i ve Abdullah b. Ümmü Mektum’u (r.anhum) anmalıyız bu noktada.
Biri, azıcık bir amelin ebedi bir niyetten dolayı insana büyük bir kazanç sağlayacağını; diğeri ise geçerli mazereti olmakla birlikte kutsal bir işten mahrum kalınsa da o işi yapma niyetinde olmanın sevaba ortak kılacağını gösterir. Bu iki güzel sahabiden öğrendiğimiz, taşıdığımız niyetlerin yaptığımız işlerden daha önemli olduğudur. 
Ne yapıldığından daha önemli olan belki de niçin yapıldığıdır, sonra da nasıl yapıldığı? Yapılması gerekenler, hangi niyetle ve hangi mefkûre uğruna yapılıyor?
Bir başlık koymak ne kadar da önemli!
İbadetler gerçek niyet ve amacından uzaklaştığında nasıl âdetleşiyorsa ve nasıl âdet olarak yapılan her iş bir niyet katıldığında ibadet hüviyetine bürünebiliyorsa; bu durumda aslolan, yapıp ettiklerimize değer kazandıranın; kalbimizin ameli olan sağlam niyetler ve zihnimizin ameli olan sahih fikirler olduğunu dikkate almak ve ibadet kasdıyla yaptıklarımız konusunda niyetlerimizi katıksız ve şuurumuzu uyanık tutmaktır.
İstikamet üzere kalmak da zaten bu değil midir? Halis bir niyet ve meşru bir amele dayalı dik duruş.
İhlası önemsemek gerekiyor vesselam. Sadece rabbimizin rızasını kazanmak ve hesap gününde O’na sunacağımız mazeretlerimizi çoğaltmak adına tüm işlerimizin sağlam bir temele oturması şart. Bu niyet sağlamlığı; işlerimizi sosyal bir etkinlik olmaktan, sorumluluklarımızı rutin bir görev olmaktan muhafaza edecek en sağlam sigortalarımızdır ve bilinmelidir ki Allah’ın yardımı da niyetimiz, samimiyetimiz ve kararlılığımız oranında gelecektir. 
Faaliyetlerimiz, zamanla sıradanlaşmış, değersizleşmiş, yük olmaya ya da sadece etkinlik olmaya başlamışsa ciddi bir sorunla karşı karşıyayız demektir. İşte bu yüzden tefekkür ibadetinin sürekli devrede olması gerekir.
Amellere ünsiyetin yan etkilerini izale etmek ve özdeki kıvamı taze tutmak içindir tefekkür.
Biz niçin yola çıkmış ve niçin birlikte olmuştuk?
Hangi amaç için yaşıyorduk, hedefimiz neydi?
Hatırlayın, Efendimiz (s.a.s) savaş meydanında ve hicret esnasında kalbe işaret ediyor ve niyetleri sorguluyordu. Ümmü Kays’ın muhacirini, Kuzman’ı ve Sa’lebe’yi unutmayın.
Niyetlerimiz ortak mıdır? Aynı işleri paylaştığımız kardeşlerimiz, ortak bir gaye için mi birlikteler?
Başlangıçtaki gaye-i hayallerimiz, süreç içerisinde ve sonuçta da aynı kalıyor mu?!
Yoklukta talip olduğumuz nimetler, sahip olduğumuzu zannettiğimiz varlık zamanlarında imtihanımızı zorlaştırıyor mu?
Tefekkür ve muhasebenin koruyucu birer ibadet olduğunu hangi konumda olursak olalım hatırımızdan çıkaramayız.
Evet, belki de asıl mesele, hayatın dağdağasından kurtulmak, girdiğimiz fasit daireden çıkmak, tefekküre ve muhasebeye vakit bulabilmek ve evvel emirde ‘Niçin?..’ sorusunu sorabilmektir.
  Ahmet Türkben