Back to Top

Category Archives: Yeni Seyahat

 

Nijerya’ya Uzanan Merhamet Eli

Kurbanİzlenimleri(2010) Ahmet Türkben

Yolculuk öncesi

İHH İnsani Yardım Vakfının 2010 Kurban Organizasyonunda, Nijerya’ya gideceğimi öğrendiğimde Rabbime hamdettim.

Sınırları aşan ve ümmeti kucaklayan bu hayır hareketinde görev almak, ilahi bir lütuftu benim için. Türkiyeli Müslümanların merhamet elini uzatmaya ve binlerce duyarlı yüreğin selamını yaymaya gidecektim.

İHH’nın merkezinde ülkelere gidecek gönüllülere yönelik düzenlenen bir toplantıya katılıyorum. Her şey profesyonelce hazırlanmış. Gerekli dosyalar, yetkin ve liyakatli insanlar eliyle bize tevdi ediliyor. Yapılan organizasyonun amacının, sadece kurbanların kesilip ihtiyaç sahiplerine dağıtılması olmadığı söyleniyor. Mü’minler arasında tanışmayı, kaynaşmayı sağlamaya dönük fikir, amel ve her tür müktesebatın paylaşımının hedeflendiği kültürel ve sosyal boyutları da olan bir faaliyet hedefleniyor. Bu, bana ağır bir sorumluluk yüklüyor ve Rabbimden, bu sorumluluğun hakkını vermek hususunda yardımcım olmasını niyaz ediyorum.

Gidilen her bölgeye, imanî ve insanî bir sıcaklığı ulaştırmak gerektiği vurgulanıyor. Bir temsil liyakati istiyor bu görev. Türkiyeli Müslümanlar adına alınan bu emanet; uyumlu, anlayışlı, müsamahakâr, sabırlı ve vakur olmak gibi erdemleri taşıma ve yansıtma olarak zihnimde canlanıyor. Tüm kişilik zaaflarından soyutlanmış olgun bir Müslüman portresi çıkıyor karşıma. Bizim başka diyarlara götürmemiz gereken; sadece kurban etleri değil, yüreklerimizdeki samimiyet, kardeşlik ve muhabbet.

Ayet-i kerime geliyor aklıma:

“Kestiğiniz kurbanların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. Allah’a asıl ulaşan sizin niyetleriniz ve takvanızdır.” (Hacc.37)

“Etrafınızda çocuklar olacak.” deniyor; savaşların, felaketlerin gerçek mağdurları olan yetimler ve çocuklar. “Onlara küçük hediyeler götürün. Kızlara toka, erkeklere oyuncak araba mesela.”

Allah’ın değer verdiğini o insanlara ulaştırmak gerekiyor ve Allah’a ulaşan samimi niyetlerin yine O’nun bereketiyle ve bizim ellerimizle taşınacak olması beni mutlu ediyor.

Göklerden uzanan merhamet eli, bizim ellerimiz aracılığıyla mazlumların ellerinden tutacak ve onları Allah’a yakınlaştıracak, hamdolsun.

Dosyalardaki bütün bilgileri satır satır okuyorum. Nijerya hakkında bilmem gerekenleri not alıyorum.

Daha sonraki zamanlarda, internetten yaptığım araştırmalarda genelde olumsuzluklar göze çarpıyor. Biraz endişelenmiyor değilim doğrusu.

Hazırlıklar artık tamam. Lokum, şeker, toka ve oyuncak arabaları; kızlarımın kendi oyuncakları içerisinden seçtikleri küçük hediyeleri, büyük bir emaneti devraldığım hissiyatıyla valizime yerleştiriyorum.

Rabbimden niyazım, bu yolculuğun hakkını verenlerden olmamız…

Tatlı bir telaş içre ve emanet yüküyle, biraz da kaygıyla havalimanına doğru hareket ediyorum.

İki güzel yol arkadaşıyla buluşuyoruz. Eskiden aynı iklimleri soluduğumuz halde birbirimizi gıyaben tanıdığımız Ali Cihangir ve Mavi Marmara’nın genç şehidi Furkan Doğan’ın ağabeyi Mustafa. Allah yolunda ve bu iyilik hareketinde güzel şahitlikler yapmamız niyazıyla vakti kuşanıyoruz.

Aklıma, eşimin uğurlarken yaptığı dua geliyor:”Allah hayırlı insanlarla karşılaştırsın.”  Gönlüm rahat hamdolsun.  

Ah Lagos!..

Altı saat süren keyifli bir yolculuğun sonunda bir saat geriye giderek akşam sekiz sularında Lagos hava alanına iniyoruz. Bizi ilk karşılayanlar tahmin ettiğimiz gibi polisler oluyor. İlkin, nerede kalacağımıza dair telefon ve adres bilgilerini ihtiva eden formları dolduruyoruz. O noktayı kolaylıkla geçiyoruz. Bu sefer başka bir yerde valizlerimiz kontrol ediliyor. Özellikle kolileri açmamız isteniyor, içinde ne olduğu soruluyor. Erkam Yayınları tarafından oradaki Müslüman çocuklar için hazırlanmış İngilizce kitaplar var kolilerde. Koliler yırtılıyor ve birkaç kitap alınıyor. Hadislerle hikayeler kitabı geliyor elllerine. Polis kendisinin de Müslüman olduğunu ve adının Muhammed olduğunu söylüyor övünerek ve bir kitap istiyor, çocuğuma götüreceğim diyor. İstekli isteksiz veriyoruz. Ardından bir polis daha. Derken iki üç… Dört kitabımız gidiyor. Bir şey alacaklar ya ne olduğunun önemi yok. Her biri bizden bir şey koparmaya çalışıyor, bunalıyoruz. Diğerleriyle muhatap olmamak için hızla çıkışa doğru ilerliyoruz. Tam bir düzensizlik hakim; kara düzen demeye dilim varmıyor. Bu sefer başka bir polis çıkıyor karşımıza ve bize aşı kartlarımızı soruyor. Eyvah diyoruz, korktuğumuz başımıza geldi. Sadece birimizin yanında aşı kartı var çünkü. Tam o esnada ten rengi polislerinkinden farklı, Afgan kıyafeti ve fesiyle her halinden beyefendiliği belli olan ve yüzünde secde izi okunan biri yetişiyor imdadımıza, kabul olmuş bir dua gibi geliyor ve bizi oradan uzaklaştırıyor. Daha sonra tanıştığımız ve adının Nureddin olduğunu öğrendiğimiz kardeşle selamlaşıyor, musafaha ediyor ve kucaklaşıyoruz. Hoş geldiniz deyişi içimizi ısıtıyor. Mükemmel İngilizce ve fasih Arapça konuşuyor Nureddin. Biz her iki dilden yaptığımız bir karışımla rahat anlaşabiliyoruz. Bize sekiz gün boyunca mihmandarlık yapacak olan ve yanımızdan bir an bile ayrılmamayı görev addeden bu hayırlı ve güzel insanın adını ömür boyu unutacağımı sanmıyorum: Nureddin LEMU, kısaca Nuru.

Hava alanından biraz endişe biraz tedirginlikle uzaklaşmaya çalışıyoruz. Sadece biz değiliz tedirgin olan Nureddin de tedirgin. Lagos’u hiç sevmediğini söylüyor Nuru. Yolsuzluk ve hırsızlıkla ünlenen bu şehirde kendisinin de bir çete tarafından yolu kesilip çantası ve paraları alınmak istenmiş. Neyse ki kendi maharetiyle çeteyi oyalarken, Allah’ın lütfu, tevafuken oradan geçen insaflı bir polisin yardımıyla bu beladan kurtulmuş.

Ah Lagos! deyişi hâlâ kulaklarımda. Üzerinde Lotus Capital yazılı olan bir araba geliyor yanımıza. Bu firma, Nureddin’in de kurucuları arasında bulunduğu Nijerya’da 23 bin ortağı/üyesi bulunan bir tür finans kurumu. Lagos içlerine gitmeyi aklımızdan bile geçirmiyor ve hava alanı sınırları dahilinde yer alan bir otele yerleşiyoruz, hamdolsun. 

Sabah başkent Abuja’ya doğru gitmek üzere uçağa binerken Nureddin yine derinden bir ah çekerek aynı sözü söylüyor: Ah Lagos!

 

Abuja’dan Mina’ya Nijerya sohbeti

 

Bir saatlik bir uçuşun ardından Abuja’ya iniyoruz. Bizim asıl gideceğimiz yer ise Mina. İslamıc Educatıon Trust’a ait bir arabayla uzun ve yorucu olacağa benzer bir yolculuğa çıkıyoruz. Yolda Nureddin’den Nijerya hakkında bilgiler alıyoruz. 36 eyalete ayrılmış olan Nijerya’da Amerikan eyalet sistemi hakim. Her eyaletin bir valisi var, demokratik seçimle iş başına gelen. Vali daha çok yol, su, elektrik, imar işleriyle ilgileniyor. Mahkemeler de onun kontrolünde. Her eyalette aynı zamanda bir de emir var. Emirlik, sultanlık döneminden kalma ayrı bir otorite merkezi. Halkın asıl itibar ettiği vali değil, emir. Şehir merkezlerinde valiliğin etkisi var, köylerde ise emirin… Emir doğrudan hükümete bağlı olsa da Vali gerekirse Emire müdahale edebiliyor. 

Emirler de bir tür seçimle iş başına getiriliyor. Yalnız onu seçenler halk değil kabile reislerinden ve ileri gelenlerden oluşturulan bir heyet. Seçilen emir ölünceye kadar görevde kalabiliyor. Dine ya da örfe aykırı bir iş yaparsa, o zaman heyet toplanıp emiri görevden alabiliyor. Bu ülkede emirler halkın tüm problemleriyle ilgileniyor. Kabilelerin etkisini halen koruduğu Nijerya’da emirler birleştirici bir rol üstleniyor. Vatandaş herhangi bir konuda şikayette bulunacaksa önce Emire gidiyor. İki kabile arasında sorun varsa devreye emir giriyor, moda tabirle bir çeşit ombudsmanlık görevi üstleniyor. Anlaşmazlıkları emir çözüyor. Problemler çözülemiyorsa o zaman mahkemeye gidiliyor. Çoğunlukla buna ihtiyaç kalmadığını belirtiyor, Nureddin.

Başka bir detay bilgi: Diyelim ki şehre dışarıdan bir misafir geldi ve kalacak yeri yok. Doğruca emirin evine gidiyor. 3 gün yemek ve barınma ihtiyacını emir karşılamak zorunda. Bir yetim bulunursa emire götürülüyor. Çocuk ya bir aileye teslim ediliyor ya da eğitim görebileceği adreslere yönlendiriliyor. Bir kız evlenmek mi istiyor, emire gidiyor ve emir onu uygun bir kişiyle evlendiriyor.

Gayri Müslim köyler ve kabileler de Emire saygı gösteriyor, diyor Nureddin ve ekliyor: Hristiyan bir köye davet için gitmeden önce Emire gideriz, o bize bir adam verir. Görevli bizimle gelirse köylü bize itibar eder ve konuşmamıza fırsat verir. Peki diyoruz emirin danışmanları var mı? Var diyor Nuru, Merkez Camii imamı emirin danıştığı en önemli kişi, bir tür Şeyhülislam, şer’î konularda emir ondan fetva almadan karar vermiyor. İki hukuklu bir yapı var gibi. Mahkemelerde İngiliz hukuku, emirin riyasetinde ise şer’î hukuk işletiliyor. Nureddin’in babası Şeyh Ahmed’in uzun yıllar kadılık yaptığını öğreniyoruz.        

  

Biz böyle emirlik üzerine konuşmaya dalmışken üç saati devirmiş ve Mina’ya ulaşmıştık.

 

Karşılama merasimi

 

Niger State eyaletinin en önemli şehri olan Mina, Lagos’a kıyasla az gelişmiş. Halk çoğunlukla Müslüman. Şehrin caddelerinde yüzlerce motosikletli görüyoruz. İlkin hususi bir ulaşım aracı olduğunu düşünüyoruz, ancak hemen öğreniyoruz ki; bunların hepsi taksi, evet ticari taksi olarak kullanılıyor. Oldukça güvensiz ve korunmasız/başlıksız olan bu motosikletler, aynı zamanda ciddi bir geçim aracı. 

Partner kuruluşumuz olan Islamıc Educatıon Trust’a ait geniş bir arazi üzerine kurulmuş kampuse geliyoruz. Burada ailenin tüm üyeleri bizi karşılıyor. Baba Şeyh Ahmed Lemu cemaatin de zirvesindeki isim. Kızı Meryem eğitim işleriyle meşgul. Burada belki de en önemli kişi anne Ayşe Lemu. O bir İngiliz ve beyaz. 44 yıl önce Müslüman olmuş, Nijerya’ya yerleşmiş, Şeyh Ahmed’le evlenmiş… Onun hayatına dair bir röportaj yapmayı düşünüyoruz. Kabul olmuş (ikinci) dua gibi geliyor bu samimi aile bize. Ali kardeşimiz, kerameti kendinden menkul görse de ben Mustafa’da (daha doğrusu kardeşi Şehit Furkan Doğan’da) olduğunu düşünüyorum. Neticede bu lütf-u ilahinin rahatlatıcı etkisiyle istirahat etmek üzere otele gidiyoruz. Aslında kendi misafirhanelerinde bizi ağırlamayı düşünmüşler; ancak sık sık elektrik kesintisi olduğu ve jeneratör yeterli olmadığı için daha uygun bir otele yerleştirmeye karar vermişler. Yeri gelmişken Mina’da elektrik ciddi bir problem. Cadde kenarlarında açılan dükkanlarda en çok jeneratör satışı yapılıyor. 

 

Partner Kuruluşumuz Islamıc Educatıon Trust’a dair

 

Sabah Şeyh Ahmed’in ofisine ziyarete gidiyoruz. Bize büyük bir ihtimam gösteriyor. Daha sonra İET’nin hangi alanlarda çalışmalar yaptığını anlatıyor. Davet, eğitim, sağlık, vakıflar, yardım başlıklarında kurumsal yapılar oluşturulmuş. Okulları, klinikleri, yetimhaneleri kitap evleri ve vakfa ait mülkleri var. Şeyh Ahmed bize kurumu gezdiriyor. Kızlara ve erkeklere ait okul ve yurtları görüyoruz ilk planda. Burası tam teşekküllü bir kampus havasında. Aynı alan içerinde book shop dedikleri kitap evi, klinik ve eczane de var. Klinik üzerinde daha fazla duruyor Şeyh Ahmed. İnşaat halindeki küçük hastane binasını geziyoruz, buraya ciddi yardımların yapılması gerekiyor. Klinikteki doktorun Hristiyan olduğunu öğreniyor ve “Neden Müslüman doktor yok?” diye soruyoruz. Yurt dışına, özellikle İngiltere’ye tıp okumaya gidenlerin genelinin oralarda kaldığından yakınıyorlar. Diğer Müslüman doktorlar da bölgedeki hastanelerde çalışıyorlarmış.

Şeyh Ahmed, Türkiye’yi çok seviyor ve önemsiyor. Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş’ı ve Osman Nuri Topbaş Hocaefendi’yi soruyor bize. Nevzat Bey’le 1960’lı yıllarda Londra’da üniversiteden arkadaşlarmış. Ailecek tanışıyorlarmış.  İstanbul’a geldiklerinde Nevzat Bey’in, Hüdayi Vakfı’nın ve Şefkat Vakfı’nın misafiri olmuşlar. Osman Nuri Topbaş Hoca’nın adını hürmetle anıyorlar. Bize gösterilen ihtimamın arka planında bir vefa duygusunun olduğunu da böylelikle öğrenmiş oluyoruz.

 

Partner kuruluşumuz hakkında daha detaylı bilgileri mihmandarımız Nureddin Lemu’dan almaya devam ediyoruz. Bu cemaat davet ve tebliğe ayrı bir önem veriyor. Vurguları tebliğ cemaatine benziyor; ancak onlar daveti kurumsallaştırmış. Sadece anlatmakla yetinmiyorlar, sosyal sorumluluklarını yerine getirmeyi önemsiyorlar. Davetçinin önce muhatap olduğu insanlara güven vermesi gerektiğini, onların meclislerine katılıp onlarla doğal paylaşımlarda bulunması gerektiğini belirtiyor Nureddin. Aç olana yemek, hasta olana doktor götürmeden kafa ve gönüle girilemeyeceği gerçeğini vurguluyor. Sufi meşrep bir tarzları var. Bu bölge Müslümanları genelde Kadiri ve Ticani tarikatına müntesipler. Afrika sufi direnişinin sembol ismi Osman Don Fodyo, bölge insanının gönlünde taht kurmuş. Don Fodyo’nun buradaki küçük büyük her yapılanma üzerinde etkisi var. Mezhep olarak da ekseriyetle Maliki, bir kısmı da Hanefi. Samimi ve sağlam çizgide olan Müslümanlarla ortak iş yaptığımız ve böylesi bir partnerimiz olduğu için Allah’a hamdediyoruz. 

 

Valinin makamında

Şeyh Ahmed bizi Niger State eyaletinin valisinin makamına götürüyor. Sokakta ve valilikte insanlar saygıyla yere çömeliyorlar, burada büyüklere böyle saygı gösteriliyor. Kime rastlıyorsak iki üç metre ötede, çömelmiş vaziyette bekliyorlar bizi. Bize gösterilen ihtiram her yerde göze çarpıyor. Bu Türkiye’nin bölgedeki itibarının da bir göstergesi aslında. Valinin makamına çıkıyoruz. Valinin yaklaşımından da aynı sonuca ulaşıyoruz.

Şeyh Ahmed bir dua ile açılışı yapıyor, sonra bizi tek tek valiye tanıtıyor. Türkiye’den yardım için geldiğimizi söylüyor ve Şehit Furkan Doğan’ın ağabeyi Mustafa’yı işaret ederek Mavi Marmara’dan bahsediyor. Vali, Furkan’ın şehadetini tebrik ederek başlıyor söze ve Şeyh Ahmed’in kendisine hem babalık hem de hocalık yaptığını söyleyerek İET’nin yaptğı hizmetlerden sitayişle bahsediyor. Bizlere ve Türkiye’ye teşekkür ediyor. Görüşmemiz yine bir dua ile sona eriyor. Açıkçası valiyi pek gözümüz tutmuyor. Bu ülkedeki yönetim tarzı hakkında daha farklı ve yeni bir anlayışla hareket edecek genç liderlere ihtiyaç olduğu düşüncesi ve duasıyla valilikten ayrılıyoruz.

Çıkışta Nureddin ve arkadaşlarının da bir yıl önce parti kurduklarını öğreniyoruz. Kano eyaletinde iyi bir yönetim olduğunu söylüyor Nureddin. Biz de diyor, bir eyalette seçimi kazanıp örnek bir yönetim sergileyebilirsek İnşallah Başkent Abuja’ya gidişimiz kolaylaşacaktır.

 

Ümmetin yetimlerle imtihanı 

 

Ziyaretimizin en önemli duraklarından birindeyiz. İET’nin himaye ettiği bir yetimhane burası. Bir bölümü Daru-l Aceze olarak hizmet veriyor. Onlarca çocuk ve yaşlı insana bakımı üstlenilmiş. Beşikte yatan ve genetik bir hastalıktan dolayı bel altı hiç gelişemeyen bir bebek içimizi kanatıyor. Annesi bir çöplüğe terk edip gitmiş, onu bulanlar İET’ye getirmişler. Hiçbir şeyden habersiz uyuyan bebeğin bakımıyla ilgilenen bayanın fedakarlığı ve çocuklara gösterdiği anne şefkati dikkatimizi çekiyor, gayr-i ihtiyarî duygulanıyoruz.

Binlerce km uzaklardan yetimlerin başını okşamak, gözlerindeki mutluluğu görmek ve peygamberimizin müjdesine nail olmak için gelmiş olmanın iç huzuruyla yetimleri bağrımıza basıyoruz. Balonları ve şekerleri dağıtırken bayramın arifesinde bir başka bayramın gelişine tanık oluyoruz.

İstanbul’dan yaşıtlarının gönderdiği ve büyük bir emaneti devraldığım hissiyatıyla valizime yerleştirdiğim şeker, toka ve oyuncak arabaları; kolye, küpe ve künyeleri; kızlarımın kendi oyuncakları içerisinden seçtikleri ve yeni aldıkları hediyeleri ve elbiseleri de yetimhane görevlisine teslim ederek bir daha geleceğimizin sözünü vererek yetimlerle vedalaşıyoruz. Burada su problemi var, yağmur sularını kullanabilmek için büyük variller konulmuş. Buraya mutlaka bir su kuyusu açılması lazım. Ranzalar yenilenmeli ve oyun sahası yeniden düzenlenmeli.  

Hükümetin yetimlerine sahip çıkmadığı bir ülkede olduğumuz söyleniyor. Devlet yetimlerine nasıl sahip çıkmaz, anlamak zor. Bir Rusya kadar olamıyoruz, diyor Ali Cihangir. Orada insana ve özellikle yetime verilen değerden övgüyle bahsediyor. Ümmet adına utanç verici bir halde olduğumuz hissiyatıyla eziliyoruz.

Daha önce yetimhane olarak ayrılmış büyük bir arazide başlayan inşaat yarım bırakılmış ve yan taraflarına hırsızlar villa yapmışlar. İET gibi kuruluşlar kendi üzerlerine düşeni yapmaya çalışıyorlar; ama imkanları kısıtlı.

Karmaşık duygular içerisinde otele doğru yol alırken şu dua cümleleri düşüyor gönlüme:

“Allah’ım mevlâmız sensin bizim, nusret senden…  Rezzak olan sensin, yalnız bırakma kardeşlerimizi ve aç onlara rızık kapılarını. Fettah olan sensin, kimsesiz kalan yetimlerinin elinden tut, onları kendi hallerine terk etme. Bizi onlardan sorguya çekme…”

Bayram namazı coşkusu

Saat dokuz sularında bayram namazı için meydan yerine doğru ilerlerken sokaklardaki cümbüş görülmeye değer doğrusu. Yol boyunca bayram havasının yaşandığına tanık oluyoruz. Büyük bir meydana doğru akın eden binlerce insan, bugüne hürmeten giydiği rengârenk kıyafetleriyle yollara dökülmüş. Atlar ve develer de bayram için süslenmiş. Bir açık hava mescidine geliyoruz. Senede sadece iki defa bu meydanda bayram namazı için Mü’minler toplanıyorlar. Muazzam bir insan kervanına biz de katılıyoruz. Meydana kilimler serilmiş, bayram namazı için hazırlıklar yapılmış. Türkiye’de alışık olmadığımız bir tablo var bu meydanda. Hükümet yetkilileri de aynı mekânda namazı eda etmeye geliyorlar. İki önemli isimle aynı saftayız. General Babangida ve General Abdusselam. Bu iki general de kendi görev yaptıkları dönemde darbeyle yönetimi ele geçirmişler. Birkaç vaiz cemaate kurbandan bahsediyor, yerel dilleriyle. Hz. İsmail’i anlatıyorlar. Şeyh Ahmed Lemu da bir konuşma yapıyor. Saf aralarında dolaşan insanlar görüyoruz. Kimi yardım topluyor, kimi elinde Kur’an hararetle bir şeyler anlatıyor. Biri de var ki elinde megafonla sürekli salavat getiriyor, zikir çekiyor. Her noktadan bir ses geliyor. Tam bir cümbüş var.

Sultanlara yaraşan bir merasimle onlarca süslenmiş atlar ve süvariler nezaretinde bölgenin emiri meydana geldiğinde bambaşka bir hareketlilik yaşanıyor. Emir, bölgenin en itibarlı kişisi. Yanında görevliler ellerinde kuş tüyünden yapılmış büyük yelpazelerle emiri serinletmeye çalışıyorlar. Emirin gelişiyle namaz başlıyor başlamasına ama bizden farklı tarzda getiriliyor tekbirler. İmamın kıraati de çok düzgün gelmiyor bize. Nasıl olduğunu pek anlayamadan namazımızı eda ettikten sonra Arapça ve yerel dilde hutbe îrad ediliyor. Tekbirler, bizdeki gibi koro halinde ve makamlı getirilmiyor. Keşke, diyorum. Keşke, bu kadar kalabalık, teşrik tekbirlerini bizdeki gibi getirse, kim bilir ne muazzam bir sadâ yayılırdı, Mina semalarına. Hızla yapılan dualara geç de olsa amin diyerek yetişmeye çalışıyoruz.

Namaz sonrasında neredeyse herkes emiri görmek için toplanmış, burada her şey emirin ekseninde dönüyor.

 

Sadece et değil dağıttığımız…

 

Kurban kesimi ve dağıtımı için iki saatlik zorlu bir yolculuğun ardından gerçek Afrika’ya doğru yol alıyoruz. Yol boyunca gördüğümüz bitki örtüsü bize ekvator çizgisine ne kadar yakın olduğumuzu hatırlatıyor. Bir köye gideceğiz. Yolda bize eşlik edenlerden biri o köyün hidayetine vesile olan bir kardeşimiz. Bu hayra nasıl ulaştığını anlatıyor bize.

Bu bölgede şiddetli muson yağmurları yağdığında köyün hemen yanı başında küçük bir nehir oluşuyormuş, o kadar ki köylüler altı ay boyunca köyden dışarı adım atamıyorlarmış. Davet için köye giden kardeşimiz, onların bu problemini gidermek için bir köprü yaptırılması gerektiğini düşünmüş ve bu proje kısa zamanda hayata geçirilip mahsur kalan köylülerin bu problemi çözülmüş. Bu iyilik karşısında köylülerle bir samimiyet oluşmuş ve kısa bir zaman sonra köydeki aşiret reisinin Müslüman olmasıyla birlikte bütün köy İslam’ı seçmiş. Kardeşimiz devamında diyor ki, bizim için iki şey çok önemli: Birincisi, bir sıkıntıyı gidermek ve o insanların bize güvenmesini sağlamak, ikincisi davete önce reislerden başlamak. Anlıyoruz ki hidayetin kapılarını açan en önemli etken bölge insanın sıkıntılarını gidermek. Hidayet bazen bir köprüyle, bir su kuyusuyla, bir kurbanla; bazen de bir hastalıktan kurtarmaya vesile olmakla gelebiliyor. Yardım faaliyetlerinin, özellikle de kurban organizasyonlarının karın doyurmak gibi görünen faydasının çok ötesinde gönülleri İslam’la buluşturan etkisine bizzat şahit olmak bu sıcak iklimde içimizi serinletiyor. 

 

İşte şimdi Afrikada’yız

Evet, şimdi o köydeyiz. Topraktan yapılmış bir odalık evlerde çok nüfuslu ailelerin yaşadığı bir yer burası. Ayrıca yine topraktan yapılmış küçük kilerler var her yerde. Köyde elektriğin olmadığını söylemek bile yersiz. Peki ya su… Neyse ki kardeşlerimiz orada bir su kuyusu açtırmışlar. Köye bir de mescit yaptırmışlar. Kuzey bölgelerde yetişmiş bir imamı vazifelendirip eğitim faaliyetlerine başlamışlar.

Organizasyon yine harika. Kurbanlar ehil kişilerce kesilip tarafımızdan dağıtılıyor. Teni alabildiğine siyah, ama içleri İslam nuruyla aydınlanmış olan bu güzel insanların güzel yüzleri ve içten davranışları yorgunluğumuzu unutturuyor.   

 

İyi ki iyilik var

Ellerimizde balonlar ve şekerlerle arabadan indiğimizde onlarca çocuk geliyor yanı başımıza. Burada ne İngilizceye ne de başka bir dile ihtiyaç var; bir yudum sevgi ve küçük bir hediye tüm kapıları açıyor bizlere. Rengimiz ve dilimiz farklı da olsa gözlerimizdeki merhamet ve sevgiden tanıyorlar bizi ve en iyi onlarla anlaşıyoruz. Bırakın başka diyarlarda oynanan sanal oyunlardan ve gelişmiş oyuncaklardan haberdar olmayı, hayatında hiç balon görmemiş çocukların arasındayız. Nasıl şişireceklerini bilmeseler de bir şeye sahip olmanın verdiği mutlulukla sevinç çığlıkları atıyorlar. Kendi çocuklarım ve öğrencilerim aklıma geliyor. Böylesi küçük hediyelerle onları mutlu etmekte ne kadar zorlandığımı düşünüyorum.

Anneler geliyor yanımıza, fark edilmeyi en çok hak eden anneler. Yanlarında ikiz, üçüz çocuklarıyla. Bir anneyi işaret ediyorlar özellikle. Kucağında bembeyaz tenli bebeğiyle duruyor karşımızda. Şaşkınlığımı gizleyememiş olmalıyım ki, bir benim koluma dokunuyor anne, bir de kendi bebeğinin koluna. Bak bu senin renginde der gibi. Belki onlar bu çocuğa  olağanüstü ve kutsal anlamlar yüklüyorlar, bilmiyorum; ama benim gönlüm, hikmet-i ilahi olarak okurken bu tabloyu, aklım ise hormonal bir bozukluk ya da kandaki bir eksiklikten kaynaklanabileceği yorumunu yapıyor. Kadıncağız, elimdeki makineyle bir yerlere odaklandığımı görünce kendine doğru çevirmemi yani fotoğrafını çekmemi istiyor. Kendi fotoğrafını ilk kez görmüş olmalı ki onun şaşkınlığı benimkinden çok öte. Diğerleri geliyor peşi sıra… Bir daha, bir daha…

Mutluluğun insanın kendisini fark etmesiyle açığa vurulan bir duygu olduğunu anlıyorum. Tek başına fakirlerin, mağdurların yüzünde bir tebessüm olmak için bile olsa burada olmaya yeter doğrusu. Buna vesile kılan rabbime hamd ediyorum. İyi ki iyilik var ve iyi ki İHH var.  

Köyden ayrılışımıza en çok çocuklar ve anneler üzülüyor.

Aynı duyguları, gittiğimiz diğer köyde de yaşıyor ve şehrin merkezindeki diğer dağıtım bölgelerine gitmek üzere gerçek Afrika’ya veda ediyoruz.

 

Kendilerine tebliğ ulaşmayanlar…

 

Köylerden ayrılırken daha öncelerde yaptığımız bir müzakere geliyor hatırıma. “Allah kendilerine bir uyarıcı (peygamber) göndermediği bir kavme azap etmez.” ayet-i kerimesi hakkında tefsirlerden öğrendiğimiz bilgiler doğrultusunda arkadaşlarımızla “Kendilerine tebliğ ulaşmamış insanların ahiretteki durumu ne olacak?” sorusu üzerine konuşurken “Bu iletişim ve teknoloji çağında İslam’dan haberi olmayan insan kalmış mıdır ki?.. diye sormuş ve “…Tabiî ki de yoktur.” şeklinde cevap vermiştik.

Bu köyleri görünce bu kanaatimi tashih etmem gerektiğini düşünüyorum. 

 

Organizasyon kabiliyetlerine pes doğrusu

Son dağıtım noktamız İET’nin merkezi. Ellerinde fişlerle bahçede bekleşen yüzlerce insan var. Onları fazla bekletmeden yaklaşık bine yakın insana emanetleri teslim ediyoruz.

İET bünyesinde yardım faaliyetlerini de DİWA isimli bir kuruluşla yürütüyorlar. DİWA yetkilisi arkadaşımızdan kurban organizasyonuyla ilgili bilgiler alıyoruz.

8 ayrı bölgede kurbanlarımız kesildi. Niger State, Ogun, Kogi, Abuja, Lagos, Nassarawa, Platteau ve Cross River State şehirlerinde. Türkiye’den gönderilen kurbanlar güvenilir partnerimizin de katkılarıyla sahiplerine ulaştırıldı, hamdolsun. Tüm noktalar harita üzerinde işaretlenmiş, görevlilerle bir iki hafta önce toplantılar yapılmış. Her şey harika planlanmış. DİWA sadece Nijerya’da değil Kamerun, Nijer ve Liberya’da da organizasyonlar yapıyor. Ramazan’da İHH’nın gönderdiği emanetler de sahiplerine teslim edilmiş, hepsinin belge ve fotoğraflarını bize teslim ediyorlar.

Organizasyon kabiliyetleri takdire şayan.

 

Mina’ya veda

Son hazırlıklarımızı da tamamladıktan sonra İET’nin merkezinde bir toplantıya davet ediliyoruz. Şeyh Ahmed Lemu ve Ayşe Lemu’nun da katıldığı ve bütün görevlilerin hazır bulunduğu bir değerlendirme toplantısı yapıyoruz. Kendi ihtiyaçlarını ve yapmayı düşündükleri projeleri bizimle paylaşıyorlar. Hangi işleri birlikte yapabileceğimiz üzerine müzakereler yapıyoruz. 11 bin insanın katarakt hastası olduğu bu şehirde ameliyatlar yapabileceğimizi, yetimhanenin ihtiyaçlarını giderebileceğimizi, gerek yetimhaneye gerekse köylere su kuyusu açabileceğimizi vb. konularda Türkiyeli Müslümanların yardımlarını buraya aktarma konusunda İHH yönetimiyle istişareler yapabileceğimizi ifade ediyoruz ve onlardan Türkiye’deki üniversitelerin özellikle eczacılık, tıp ve hukuk fakültelerine öğrenci göndermelerini talep ediyoruz. Güven unsuruna dayalı bu tip hizmetlerde kendilerinin ihlaslarına ve sağlam iş yaptıklarına şahit olduğumuzu ifade diyoruz.

Beş gün boyunca bizi ağırlayan ve misafirperverlikleriyle bizi mahçup eden bu güzel insanların dualarıyla yola revan oluyoruz.

  

Lagos’a dönüş

Başkent Abuja’da geçirdiğimiz sıkıntılı bir günün ardından tekrar Lagos’a gitmek üzere hava alanına gidiyoruz. Kalkış saati bilette 17.30 yazan uçak 40 dk. önce kalkıyor. Her yönüyle tedbirli olmak gerektiği konusunda bir ders daha alıyoruz.

Nijerya’da geçireceğimiz son günümüzde tekrar Lagos’tayız. Buradan aktarmasız THY uçağıyla gün aşırı İstanbul’a gidiliyor.

Yaklaşık 20 milyonluk bir şehir Lagos. yarı nüfusun Hristiyan olduğu bu şehirde tam bir kargaşa var. En iyi yanı belki de yolları. Hiçbir trafik işareti ve tabela olmasa da yollar düzgün. Victoria Island adasına gidiyoruz. Bu küçük ada, İngilizlerin işgali döneminde sadece kendileri için imar edilmiş bir yerleşim yeri. 1890’larda İngilizler bu adaya ulaşım için denizin üzerine yaklaşık 10 km uzunluğunda bir köprü inşa etmişler. Yol üzerinde İngiliz Büyükelçiliğini görüyoruz. Ancak kalın duvarlarla çevrili bu yapının kapısında bir şey dikkatlerden kaçmıyor. İngiliz Yüksek Komiserliği yazıyor kapıda. İngilizler sömürdükleri tüm ülkelerde aynı adı kullanıyorlar büyükelçilik yerine. İnsan düşünmeden edemiyor. Kolonyalizm post modern halde devam mı ediyor?

Bizce sömürünün halâ devam ettiğinin göstergesi olan bu yaklaşım bu insanlar tarafından böyle algılanmıyor. Onlar o kadar kanıksamışlar ki bu durumu kime sorduysak “ O sadece yüce bir makamı ifade eder.” Diyorlar. Burada enteresan olan ve bizi şaşırtan bir başka husus, İngiliz hayranlığı. TV’lerde en çok dikkatimizi çeken spor programları, daha doğrusu maçlar. Herkes bir İngiliz takımı tutuyor. Ayrıca çocuğunu okutmak isteyenler bir yolunu bulup İngiltere’de eğitim görsün istiyorlar. Atlantik okyanusu sahil şeridindeki bu adadan gemilerle tonlarca ham petrol taşınıyor, İngiltere’ye. İngilizler, tüm yer altı zenginliklerini özellikle de petrol ve gazı sömürmeye devam ediyorlar. Kendileri şimdi sözde yoklar ama muslukların başına Hristiyanlaştırdıkları Nijeryalıları geçirmişler, bir yandan onları besliyorlar; diğer yandan kendilerini. OPEC içerisinde en çok petrol üreten ilk on ülke içerisinde Nijerya’nın olması bizi yanıltmamalı. D8 projesi sağlıklı işletilebilse bir umut olacak Nijerya için; ancak güçlü liderler lazım öncelikle ve en önemlisi de eğitim. Müthiş bir uçurum var zenginle fakir arasında. Bu ülkede insanlar ya çok zengin ya da çok fakir. Orta sınıf neredeyse yok gibi.

Politize olmuş Hristiyanlar ülkesi Nijerya

Güney bölgelerinde Hristiyan nüfus çoğunlukta. Bu yüzden bu bölge, Müslümanlar için oldukça güvensiz bir yer. Burada zaman zaman çok şiddetli çatışmalar da yaşanıyormuş. Hristiyanların en çok politize olduğu bir ülke Nijerya. Özellikle de Cos şehri çok sıkıntılıymış. Kuzey bölgelerindeki İslami uyanış tedirgin edici görülmeye başlandıkça Cos’ta binlerce insanın öldürüldüğü katliamlar yaşanıyormuş. Yardımcısı Müslüman olan Goodlock (iyi şanslar) adındaki şu anki cumhurbaşkanı da Hristiyan. Ondan önce seçimle iş başına gelen Müslümanmış. Ölümü üzerinde pek çok şaibeler olduğu söyleniyor. Yaşananlar, karanlık işler planlayan derin bir yapılanma olduğunu izlenimi veriyor. 

 

Türkiye hayranı bir doktoru ziyaret

Yol boyunca bu bilgilere ulaştıktan sonra Dr. Jibril’in evine ulaşıyoruz. Nureddin, doktoru, babası gibi gördüğünü, çocukluğu onun evinde geçmiş. Tanışmanın ardından biz İHH’nın yaptığı hizmetlerden ve Mavi Marmara’dan bahsediyoruz; o da Türkiye’ye hayranlığını ifade ettikten sonra, Türkiye’deki her gelişmeden haberdar olduğunu söylüyor. Sıcak bir sohbetin ardından buradan dualarla uğurlanıyoruz. 

 

Babu-s Selam’da bir muhacir derviş…

 

İçinde bir yetimhane, cami ve okulun bulunduğu bir yerdeyiz. Burası Babu-s Selam. Bizi İdris Tahir karşılıyor. Hoca olduğu her halinden belli olan İdris Tahir bize kendi yazdığı kitaplardan hediye ediyor. Kur’an-ı Kerim öğretimi ve tecvid ağırlıklı kitaplardan anlıyoruz ki, burada İslami eğitim veriliyor. Yanı sıra İngilizce ve Arapça öğretim de yapılıyor. Muhammed Şaban isminde bir Mısırlıyla tanışıyoruz. Yaklaşık 20 yıl önce Nijerya’ya gelen ve Mısır’a hiç geri dönmeyen M. Şaban gitme umudunu tamamen yitirince 50 yaşında iken Nijeryalı bir Müslüman kızla evlenmiş. 2 yaşındaki kızını getiriyor yanımıza. Niçin geldin ve neden geri dönmedin? sorularına verdiği cevap kadere teslimiyetini ve rıza makamında olduğunu gösteriyor.” Ente türîd, ene ürîd, vallahü yef’alü mâ yürîd” Sen istersin, ben isterim; ama Allah’ın dilediği neyse o gerçekleşir, anlamındaki bu söz, bir kelam-ı kibar olarak zihnime yer ediyor. Şaban Hocanın verdiği bu güzel dersin ve huşu içerisinde kıldığımız ikindi namazının ardından sanki yıllardır tanıştığımız bir dosttan ayrılıyoruz hissiyle kucaklaşıyor ve daha önce burayı ziyaret eden kardeşlerimize gönderdikleri gönül dolusu selamları koyup çıkınımıza vedalaşıyoruz.

 

Nijerya’ya veda

Uçağa binmek üzere hava alanına dört saat önceden gitmek gerekiyor. Çünkü işlemler uçağın kalkmasına iki saat kala tamamlanıyor. Polislerin bütün güzel duygularımıza gölge düşüren tavırlarını kayıt altına almak istemiyorum. Ancak şu kadar var ki girerken yaşadığımız şokun çok daha şiddetlisini ayrılırken yaşatıyorlar bize…

Heybemizde anılar ve emanetleri teslim etmiş olmanın hazzıyla veda ediyoruz Nijerya’ya.

           

 

 

(Ek-III) Şangram Gazetesi Editörü Muhammed Abul Asad’la söyleşi

Muhammed Abul Asad, Bangladeş’te entelektüel birikime ve İslami duyarlılığa sahip donanımlı bir gazeteci. Gazeteci kimliğinin yanı sıra araştırmacı bir kişiliği var. Hem dünya Müslümanlarının tarihiyle ilgili hem de güncel konulara dair siyasi-politik değerlendirme konulu kitaplar yazıyor. İşte onunla yaptığımız söyleşiden bazı kesitler. Continue Reading

(Ek-II) Meraklısına Bangladeş’e özgü notlar

Bangladeş’te insanların belki de % 95’i çorapsız. Bu ülkeye henüz çorap girmemiş. Sandalet ya da terlik giyiyorlar. Bu, iklimden kaynaklanan dolayı oluşan bir kültür belki ama fakirliğin de etkisi yadsınamaz. Çoğunluğu fakir olan bu ülkede yalınayak dolaşan ve terlik dahi kullanmayan insan sayısı da çok fazla.  Continue Reading

(Ek-I) Bangladeş’te Eğitim- Öğretim

İlkokul öğretiminin 5 yıl ve zorunlu olduğu Bangladeş’te, orta öğretim dönemi 7 yıl olarak devam ediyor. Orta okul kısmı 6. Sınıftan 9.sınıfa kadar 4 yıl; lise kısmı da 10. Sınıftan 12. Sınıfa kadar 3 yıl olarak ayrılıyor. Orta öğretimde kızların okuması teşvik ediliyor. Bu anlamda erkek öğrencilerden aylık 100 Taka ücret alınırken kız öğrencilerden bu ücret alınmıyor. İlk ve orta öğretimin kalitesi düşük, bunu sınıflardaki öğrenci sayısının ortalama 80 oluşundan anlamak mümkün. Continue Reading

(X) Eğitim Kurumunu ziyaret

Yerleşkesinde ilkokul, lise,meslek lisesi, cami ve yetimhane bulunan bir eğitim kurumundayız. İslami Eğitim Kurumu Başkanı Muhammed Abdurrab Bey ve yardımcısı Halilur Rahman Bey bize bu okullardaki eğitim hakkında bilgi veriyorlar. 1500 okula kitap ve materyal desteği veren İslami Eğitim Kurumunun her okulunda 1000’er öğrenci 100’er tane de öğretmen var. Medrese değil, okul statüsünde, bizdeki imam hatip liselerindekine benzer bir müfredatları var. Öğretim dili Bengalce olan bu okullarda 1. Sınıftan itibaren, Arapça ve İngilizce öğretiyorlar. 115 kadar İslami kitapları var ve bu kitapları kendileri yazıyorlar. Continue Reading

(IX) Cemaat-i İslami’nin Genel Merkezindeyiz

Cemaat-i İslami’nin merkezini ziyaret ediyoruz. Cemaat-i İslami burada İslami hassasiyetleri temsil eden siyasi bir parti olarak çalışmalar yapıyor. 25 Aralık’ta yapılacak seçimlere hazırlanıyorlar. BNP( milliyetçi-muhafazakar parti) ile ittifak yaparak seçimlere girecek. 350 sandalyeli parlamentoda 34 milletvekiliyle temsil edilmeyi hedefliyor. Continue Reading

(VIII)Selam yayıldıkça sevgi artıyor

Peygamberimizin, sevginin artmasına dönük selamı yayma tavsiyesinin ne anlama geldiğini ve bu emrin ne kadar mühim olduğunu şimdi daha iyi anlayabiliyorum. Dil ve renk farklılıklarının selam ile nasıl ortadan kalktığını, kalplerin birbirine nasıl yakınlaştığını gördüğümde bizde ağız alışkanlığı haline gelen selamın ne derin mesajlar içerdiğini daha iyi idrak edebiliyorum. Continue Reading

(VII) Şimdi yakınlaşma vakti

Kurbanları keseceğimiz yere doğru hareket ediyoruz. Dakka caddeleri, kurban kesim yerleri olmuş. Her 50 m’de bir kesilen kurbanlıklar ve etrafında et almak için bekleşen insanlar görüyoruz. Ne çok fakir var, Allah’ım…

Kurbanlardan bir kısmını, Şangram gazetesine ait binanın bahçesinde kesiyoruz. Burada kesim işlemini medreselerde yetişmiş hocalar yapıyor. Hocaya vekaletleri teslim ediyoruz. Yüzme işini de bu işte ehil kişiler yapıyor. Mükemmel bir organizasyon yapılmış. Continue Reading

(VI) Bu nasıl bir dünya, hikâyesi zor

Dünyanın, nüfusu en yoğun ülkelerinden biri olan Bangladeş’in başkenti Dakka’ya tekrar geldik. Rakamlarla bildiğimiz insan kalabalığına aynel yakin olarak da şahit oluyoruz. 150 milyon nüfusa sahip bir ülkenin en fazla insan bulunan şehrindeyiz. Her yer insan kaynıyor. Diğer taraftan dünyanın en fakir ülkelerinden biri Bangladeş. Bu fakirliğe, hava alanına indiğimiz andan itibaren; insanlarıyla, ulaşım araçlarıyla ve evleriyle biz de tanık oluyoruz. Continue Reading