Sevgili Kardeşim,                              

Sana bir kitap gönderildi. Haberdar mısın?

Hz. Adem’le geldi mesajı ilkin yeryüzüne, ruhlar aleminden taşıdığı haberlerle. Nuh’un gemisiyle taşındı kimi zaman, tufandan kurtardı inananları; kimi zaman da Musa’nın sepetiyle yol aldı Firavun’un sarayına, Harun’un sözüne güç kattı. Beşikte dile gelen bebek İsa ile, tahtı dillere destan Süleyman ile taşındı asırlarca, Belkıs’ı bir çırpıda getiren oydu.

Yusuf’u kuyudan, zindandan kurtarıp saraya yükselten de oydu, balığın karnından Yunus’u sahil-i selamete çıkaran da. İbrahim’in ateşini gülistana çeviren de oydu. İsmail’e kurban olup gelen de… 

 Muhalifleri eksik olmadı hiçbir zaman. Gücünü yok etmek isteyenler, güçlerini kullandılar. Onu ateşe attılar, yanmadı; sürgün ettiler, kaybolmadı; hapse attılar, susmadı; değiştirmek istediler, bozulmadı; idam ettiler ama ölmedi.  

Nihayet, göklerin katından Hira’yı ve dünyayı yeniden aydınlatan nur oldu ve karanlıkta kalan insanlığa kandil oldu.

 

Bir diriliş muştusu oldu insanlığa her zaman, ölü ruhlar onunla can buldu ve insan, unuttuğu hakikati onunla tekrar hatırladı.

 

Sen de hatırlamalısın kardeşim, kendini ve rabbini bilmek için onu tanımalısın.

 

Onsuz kalan gönül harabedir.

Onsuz geçen bir gün yaşanmamıştır, haberin olsun.

Onsuz tükenen ömür zayi olmuştur, yazık olur.

 

Benim haberim yoktu, deme sakın.

Beni kimse uyarmadı, bana kimse onun önemini ve değerini bildirmedi, deme.

Dinle ve kulak ver şimdi sözlerime, seni kurtaracak bir iksir var yanı başında, bir reçete sunulmuş sana, onu oku, onu yaşa.

Bilmiyorsan, şimdi öğrenme vakti, ama illa yaşamak için, hemen ardından ona koşmak, onunla buluşmak ve tanışmak için.

 

Bilgiyse işte bilgi, uyarıysa işte uyarı sana, sadece sana.

O, bilim kitabı değil ama içinde bilimin özü, esası var.

O, siyaset kitabı değil ama içinde siyasetin anayasası var.

O, tarih kitabı değil ama içinde tarihin satırbaşları var…

Onu kulluk kitabı olarak tanımalısın. Onda ibadeti, ahlakı; onda duayı, davayı; onda geçmişi, geleceği ve sonsuzluğu; onda hayatın ta kendisini bulacaksın.

İçinde sen varsın ve seninle ilgili her şey var.

İçinde, hayat veren, uyaran, tezkiye eden, korkutan ve müjdeleyen mesajlar var.

 

Bir insan yazmadı onu, yazamazdı da; çünkü onu getiren elçi okuma yazma bilmezdi. Ona bu yüzden ümmî dendi. Annesinden doğduğu gibi, duygusu ve düşüncesi beşeri bilgilerle kirlenmemişti. 

O, Allah-u Tealâ’nın mukaddes ve mübarek sözlerinden oluşan ilahi bir kitaptır.

O, Allah’tan indirildiğine hiçbir şüphe olmayan güvenilir bir kitaptır.

O, yol göstericimiz, kılavuzumuz, hayat tarzımızdır.

O, dünya ve ahiret mutluluğunun sigortası, garantisidir, bilesin.

Okunması ibadettir, emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmak vecibedir.

Her suresi bir şifa, her ayeti bir rahmet kaynağı, her harfi bir yücelme vesilesidir.

……..

 

Kardeşim,

Öyle yüce bir kitap ki; bir geceyi bin aydan, bir ayı on bir aydan, bir insanı bütün insanlardan üstün hale getirdi.

 

Düşünsene sana da inse senin de değerin artmaz mı? Senin de gecen gündüzün, hayatın ömrün bereketlenmez mi?

 

Allah sana tenezzül etmiş, seninle vahiy aracılığıyla konuşmak istemiş. Bunun şuurunda olmak ne büyük ayrıcalıktır.

 

Evet, Kur’an, bizim başucu kitabımız, baş tacımızdır. Onu ister ihmal ederek ister yanlış saygı anlayışıyla belli zamanlara tahsis ederek terk edersek rabbimiz de bizi terk eder, onu unutursak biz de unutulanlardan oluruz, Allah korusun!

 

Kardeşim,

Şimdi önce niyet gerekir, sağlam ve temiz bir niyet. Etkili okuma için bu şarttır. Niçin okumak gerektiğinin cevabıyla başlanmalıdır. Bu cevap kültürlü olmak mıdır ya da sadece sevap kazanmak mı ya da başkaca cevaplar için mi okunmalıdır?

 

Elbette her harfinin kat kat sevabı vardır, amenna. Onu, diğer insan eseri olan kitaplardan ayıran en temel fark; onun tilavetinin ibadet olmasıdır ve insana sevap kazandırması.

 

Okudukça insan bilgili ve kültürlü de olur; ama okumaktan murat, anlamak ve yaşamak değil midir? Rabbimiz, bu amaçla indirmiştir onu. Bu hususa ileride tekrar değineceğim. Ancak şimdi nasıl sorusuna cevap arayarak devam etmeliyim.    

 

Onu okumaya niyetlenen insanın temiz olması şarttır. Bu temizlik; kalben, aklen ve bedenen yapılan bir temizliktir. Kalbini ve aklını her tür şeytani dürtüden arındırmalısın ve tabiî ki bedenin de temiz olmalı abdest alarak.

Allahu Tealâ buyuruyor:

 “Ona ancak temiz olanlar dokunabilir.”

 

O halde öncelikle abdestli bir şekilde, tertemiz duygu ve düşüncelerle Kur’an okuyacaksın. Kalbin ve aklın kapıları Kur’an’a açılırsa Kur’an da içindeki hazineyi sana açacak, müjdeler olsun.

 

Kur’an’a edeple ve saygıyla yaklaşacaksın. Kendini Allah’ın huzurundaymış gibi hissetmenin bir dışavurumudur bu, sanki onunla konuşuyormuş gibi. Sakın bu konuda gevşeklik gösterme!

Bak peygamberimiz(s.a.s) ne buyurmuş:

“Kim ki Kur’an okuduğunda ben rabbimle konuştum derse, vallahi yalan söylemiş olmaz.” 

Gördün mü iş ne kadar ciddi. Allah seninle konuşmak istiyor, bundan kaçacak mısın?

O yüce kudretin huzuruna ön hazırlık yaparak çıkmalısın. Edepli olmalı ve saygıda kusur etmemelisin. Şeklen de olsa belden aşağıda tutmamak da bunun bir göstergesi. Edep dedik ya, saygın biri sana yönelip konuşmak istediğinde nasıl da toparlanırsın değil mi? Hele öyle biri karşısında duruşun, tavrın nasıl olur? Teşbihte hata olmaz ya, işte bunun gibi ve bundan çok daha ötesi seni yaratan kudret karşısında el pençe divan durman, sözlerini pür dikkat dinleyip gereğini yerine getirmen gerekmez mi?

 

Edep üzerinde neden bu kadar fazla duruyorsun, diyebilirsin. Hucurat suresindeki bir ayetten ilham alarak bu vurguyu yapıyorum.

“Ey iman edenler, seslerinizi peygamberin sesinin üstüne çıkarmayın ve birbirinize bağırdığınız gibi, O’na yüksek sesle bağırıp-çağırmayın; yoksa siz farkında olmadan amelleriniz boşa gider.” (Hucurat,3)

 

Yaşayan Kur’an olan Efendimiz (s.a.s)e karşı bir nezaketsizlik, başka güzel amellerimizi iptal edebilirken ilahi kelama karşı lakayt, laubali bir yaklaşım da elbette her iş ve davranışımıza zarar verir ve ondan elde edeceğimiz bereketten bizi mahrum eder. İşte bu cihetle illa edep, illa edep diyorum.

 

Kur’an-ı Kerim’i okumanın ibadet olduğunu söylemiştim. Okuyabilmek için önce öğrenmek gerekir, değil mi?

 Her Müslümanın 7’den 70’e mutlaka Kur’an okumayı öğrenmesi gerekir ki bu, farzların en önemlisi ve ibadetlerin en kıymetlisidir.

Bilmemek mi yoksa öğrenmemek miydi ayıp olan, hangisidir bilirsin, gel ayıp etme!

“Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğreteninizdir.” buyuran Peygamberimizin, insana gerçek değer kazandıran amelin, Kur’an’ı önce öğrenmek ardından da bilmeyenlere öğretmek olduğunu açıklaması da bu üstünlük sebebiyle değil miydi?

 

Kur’an’ı güzel okumak da hedefin olmalı. Tecvit olarak bilinen ilmi, mutlaka bir bilenden öğrenmeli ve sesinle de Kur’an okuyuşunu güzelleştirmelisin.

 

Tertemiz bir şekilde ve saygıyla onu okumayı öğrendin, okuyuşunu da tecvitle güzelleştirdin. Bunlar, Kur’anla muhataplığının ilk adımlarıydı ve çok önemliydi; ancak belki daha da önemlisi, daha önce de vurguladığım gibi onu anlamak ve anladığımızı hayata taşımaktır, bilesin. Gerçek saygı da aslında bu değil midir?

 

Mehmet Akif’in mısralarına başvuralım :

“Lafzı muhkem bizde yalınız Kur’an’ınKaydında değil hiçbirimiz mananınYa açar bakarız, nazm-ı celîlin yaprağına Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilinNe mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için.”  

Evet, aslolan Kur’an-ı Kerimi anlamak ve yaşamaktır. Bu da, Resulüllah (s.a.s) efendimizi tanımakla mümkündür. Nasıl ayrılmazsa etle tırnak birbirinden Kur’an’ı da peygamberimizden ayrı düşünemeyiz.

 

Vahyin ete kemiğe bürünmüş halidir O, yürüyen ve yaşayan Kur’an’dır.

 

Hz. Aişe (r.anha) annemize peygamberimizin ahlakını sordular da cevabı şu oldu:

“Siz hiç Kur’an okumuyor musunuz? Onun ahlakı Kur’andı.”

Peygamberimiz, Kur’an’ı adım adım hayatına aktarmış, ayetlerini davranışa dönüştürmüş mükemmel bir örnektir senin için, benim için ve bütün insanlar için. Dolayısıyla sen, ben, hepimiz Kur’an-ı Kerimi, peygamberimizin hayatını, sözlerini, sünnetlerini bilmeden belki anladığımızı zannederiz ama eksik anlamış oluruz.

 

Elbette anlamını meal-tefsirlerden okuyabiliriz, ancak hadis-i şeriflerle ve efendimizin hayatıyla birlikte öğrenmeye ve anlamaya çalışırsak ve dahası İslam alimlerinin yazdıkları eserleri de okuyarak pekiştirirsek Allah’ın bizden neler istediğini daha iyi kavramış olmaz mıyız?

 

Allah (c.c) kitabını içimizden biri olarak seçtiği en güzel örneğimiz olan efendimize indirdi. Onu bilip tanımadan Kur’an’ı bilmek doğru olur mu?

O halde bir taraftan Kur’an okurken diğer taraftan bir siyer kitabı da okumalısın. Ya da her gün bir miktar hadis okumakla da maksat hasıl olur.         

 

Kardeşim,

Kur’an-ı Kerim’le disiplinli ve kesintisiz bir irtibat halinde olmalısın. Bu da ancak bir program dahilinde olabilir.

 

Evet, günlük okuma programın olmalı. En az bir sayfa ya da daha fazlası; ama mutlaka her gün için bir okuma virdi belirlemelisin.  Ancak bu okuma eylemini hem lafız hem de mana olarak düşünmelisin. Roman okur gibi acele etmeden, tefekkür ederek, içine sindirerek, gerektiğinde notlar alarak okumalısın. İşte böylesi bir okumayla kalbin ve zihnin arınacak, rabbimizle olan iletişimin daha güçlü hale gelecek, imanın ve kulluğun tadına varacaksın. Hayatın, onunla daha anlamlı hale gelecek. Mesajını öğrendikçe ve anladıkça davranışların, karakterin ve ahlakın daha da güzelleşecek. Yeter ki niyetin bu olsun.     

 

Bütün bu söylediklerimin ana fikri de budur zaten: Bir gün bile olsa Kur’an’sız kalmamalı insan.  

 

Okuma programına bir de ezberi eklemen gerekir. Bazı sureleri ezberlemeye çaba göstermelisin. Bu, hem aklın zekatı ve şükrüdür hem de namazları daha bilinçli hale getirecek bir güzelliktir.  Dua ayetleri de özel olarak ezberlenebilir mesela; yapacağın duaların zenginliği ve ruhunun bu dualarla güçlenmesi adına bunu da önemsemelisin.

           

Kardeşim,

Kur’an-ı Kerim, bir şifa ve rahmet kaynağıdır. Okudukça ve yaşadıkça sorunlarımız çözülecek, ruhumuz dinlenecek ve onun merhamet potasında eriyen ruhlar daha huzurlu ve daha mutlu yaşayacaklardır.

İşte bir ayet meali:

“Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” 

Kalpten söz açılmışken şunu da unutma: vahiy peygamberimizin kalbine indirilmiştir. Bu sebeple okumak, her ne kadar zihinsel bir faaliyet olsa da her ayeti kalbine indirmedikçe kuru bilgiden öteye geçemezsin. Aklın ve vicdanınla birlikte bir anlama çabası içinde olmalısın.  

Kalbin şimdi nasıl, bir bak hele; bir de Kur’an okuduktan sonra bak bakalım nasıl? Boşluk bırakıp da huzuru başka adreslerde arama gafletine düşmeyesin.

 

Haydi şimdi hep birlikte Kur’an’la buluşalım.

Kur’an okunmayan bir günü yaşanmamış kabul edelim.

Kur’an’sız kalan gönül, harabedir, bilelim.

Her gece ya da her sabah, aklımızı ve kalbimizi onunla süsleyelim.

Rabbimiz bizden ne istemişse onu ferman bilelim, kayıtsız ve şartsız ona teslim olalım.

Her birimiz, Kur’an talebesi olalım, hem öğrenelim hem de öğretelim.

 

Haydi şimdi, sen de kendi Hira’na çekil ve onunla baş başa kal ve sanki sana yeni nazil oluyormuş gibi oku, Cibril-i Emin ile gelen o kutlu mesajı:

Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla

“ Oku! Yaratan Rabbinin adıyla.O ki insanı yarattı.O, insanı bir alâk’tan yarattı.Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir;O ki, kalemle (yazmayı) öğretti.

Ve insana bilmediğini öğretti. “ (Alak,1-5)

Her şeyi ‘Yaratan rabbimizin adıyla’ okuyalım. Önce onun kelamını, sonra kainatı ve insanı, sonra da bütün hadiseleri hep O’nun adıyla ve O’nun rızasını kazanmak için okuyalım. 

 

Ne mutlu sana ve ne mutlu seninle bu bilgiye ulaşacak güzel insanlara.    

 

                                                                                                          Ahmet Türkben