Neyi kaybettiğimizin ve nerede aradığımızın farkındalığı, muhasebenin başlangıcı olması bakımından önemli olsa gerek.

Hanzala (r.a.)’ın yürek kaymasında duyduğu endişe bize hiç uğramıyorsa ve kalbindekini bir maraz olarak görüp tedavisi için çare aramaktan yana nasibimiz yoksa; ya kendi imanımıza çok güveniyoruz ya gidecek merciden mahrumuz ya da farkında değiliz ki ‘eyvah!..’ diyebilelim. 
Bu çağda Hanzala yürekli olabilmek, ufacık bir savrulma hissettiğinde: “Eyvah, münafık oldum!” diyebilmek, ne zor iş. Zor çünkü herkes kendince makul(!) sebeplerin ardına sığınıp durumdan vazife çıkarma hevesinde. Ziya paşa’nın deyişiyle:
“Vâbestedir hayâline ef’ali herkesin
Kimse umûruna edemez nisbet-i dalâl.”  
Hz. Ebubekirce bir rikkat var mı ki yüreklerimizde?
“Rabbimiz bize hidayet ettikten sonra kalplerimizi kaydırma!”
Onun gibi bizim de virdimiz olmalı bu dua, olmalı zira hidayet hem bir sonuç hem de başlangıçtır. Hidayet üzere kalabilmek ve ölebilmek en mukaddes hedefimizdir.
Sonra biz, Nebiyy-i Masum Efendimiz (s.a.s)’in yine yapmamızı öğütlediği ve tüm korunmuşluğuna rağmen dilinden hiç düşürmediği duayı amelen ve kavlen kuşanabiliyor muyuz?
 “Ey kalpleri evirip çeviren Allah’ım, kalbimi dinin/itaatin üzere sabit kıl!”
Evet tekrar soralım, arzumuz, gayemiz, mefkuremiz, derdimiz ve duamız tam olarak nedir?
Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.s)’in nihai gaye olarak neye işaret ettiğine ve ümmeti adına da neyden endişe ettiğine dikkat edilmeli:
“Kimin arzusu ahiret olursa, Allah onun kalbine zenginliğinden koyar ve işlerini derli toplu kılar, artık dünya ona hakîr gelmeye başlar. Kimin hedefi de dünya olursa, Allah iki gözünün arasına (dünyanın) fakirliğini koyar, işlerini de darmadağınık eder. Netice olarak, dünyadan da eline, kendisine takdir edilmiş olandan fazlası geçmez.”Tirmizî, Kıyamet 31
 Gönül neye ayarlıysa göz onu görür. Gezden ve arpacıktan önce gözün ayarı daha önemli ki, baktığını görebilsin. Eğer sadece baş gözünün gördüğüne takılıp kalınırsa, nasibi ancak gördüğü kadardır. Belki dünyanın zengini olunabilir, ama ahiretten yana yoksulluk vardır.
Hadis-i şerifte, işlerin derli toplu ya da darmadağınık olmasının hangi şarta bağlandığına dikkat edin: Ahiret merkezli ve dünyalık beklentilerden arınmış bir yaklaşım ön şart. Ahiretin yörüngesinden hiç çıkmayan bir dünya tasavvuru gerekli. Metafizik alemin sırrını fizik alemde aramak, lazımla mülzem kabilinden iç içe bir seyirdir. Masivadan istiğna, mavera ufkunda gözü olanların harcıdır. Makam, mansıp, servet, menfaat ve tüm maddi tutkulardan azad olmak; yaşadığımız hayatın tüm zerrelerine ahiretin nüfuz etmesiyle mümkün. Peşini seven ve aceleci yapısıyla insan, bu hususu göz ardı eder ve hep erteler, erteler. ‘heleke-l müsevvifun’ sırrınca da insan, ahiretini erteledikçe emeli uzar ve gün gelir ecelinin önünde uzayıp giden ancak sonsuz bir hüsran olur.    
Gözün kaydığı alanlara da dikkat etmeli ki gönül kaymasın. Seçici olmak, alan tahdidi yapmak ve sınırları zorlamamak önemli. Neyin kapsam alanındaysak oraya ‘DİKKAT’ etmek gerekir. Sakıncalı bölgelerde sakınma refleksi olmadan bulunursak ayetin ifadesiyle: “Kalplerimiz benzeşir.” de farkına bile varamayız. Özellikle hemhal olunan gafil insanların arzuları, hedefleri, tutku ve ihtirasları frenlenemeyecekse onlardan kaçınmak gerekir ki kalbimiz korunabilsin. Rabbani terbiye bunu gerektirir:  
“Sen de sabah akşam O’nun rızasını isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte sabret. Dünya hayatının (aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi ‘istek ve tutkularına (hevasına)’ uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme.” (Kehf,28)
Bereket, büyüme ve genişleme; bazen bizim hiç ummadığımız ihlaslı insanların zengin gönüllerinde aranmalıdır. Birlikte yol aldığımız kardeşlerimizin yürekleri, niyetleri ne kadar da mühim.
Yüreklerimizin ve zihinlerimizin sağlam dayanakları ve kırmızı çizgileri yoksa akıbetimizden korkulur.