Günlerden 5 Aralık Cuma. Bangladeş ve Arakan bölgesine yapacağımız yolculuk için önce Bahreyn’e giden uçağa biniyoruz. Yaklaşık 3.5 saatlik bir uçuşun ardından, kuşbakışı görünümüyle elle çizilmiş gibi düzenli ve altın sarısı ışıklarıyla parıldayan bir ülke olan Bahreyn’e ulaşıyoruz. Hava alanına indiğimizde renkleri, dilleri, giysileri farklı, çeşit çeşit insanlar görüyoruz; ancak bu insanlardan daha çok dikkatimizi shoppıng centerler çekiyor.

Vitrinler, tamamen varlıklı insanların isteklerine göre süslenmiş. Bir noel baba figürü duruyor karşımızda ve yılbaşına yönelik hazırlıklar tüm vitrinleri kuşatmış. Bir kültür işgali hissediliyor, içimde bir saatli bomba var sanki, patlaması an meselesi. Koridor boyunca lüks otellerin reklamları, nefes aldırmadan üstüme üstüme geliyor. Çılgınlık, budalalık… Yalancı cennetler peşinde insanlık. Birçok batılı yüz görüyoruz ve siyah elbiseler içinde, saçları yarı açık, halhallı kadınlar; yanlarında sakallı, yerel kıyafetleriyle erkekler… Ismarlanmış bir ülkede salkım saçak  bekleşiyorlar. Daha fazla dayanamıyoruz…

 Yaklaşık iki saatlik bir bekleyişin ardından 500 yolcu kapasiteli ve 3.sınıf bir uçakla Dakka’ya doğru hareket ediyoruz. Uçak tam kapasite çalışıyor. Gideceğimiz ülkenin kalabalıklığı hakkında bize bir fikir veriyor. Hallerinden yoksul olduğu anlaşılan ve çoğunluğu erkek olan yolcular, çalışmak için ülkelerinden ayrılmışlar ve belli ki bayram tatili sebebiyle yakınlarını ziyarete gidiyorlar. 6 saat sonra bir cumartesi sabahı, ezan sesleri eşliğinde Bangladeş’in başkenti Dakka’ya iniyoruz.

Başkent Dakka’dayız

Fazla önemsemediğimiz bir ayrıntı bize bir saat kaybettiriyor. İnişte teslim edilmek üzere uçakta verilen bir formda eksik kalan bilgiler yüzünden görevli polisler bizi bırakmıyor. En önemli eksiklik de kalacağımız otelin adresini bilmeyişimiz. Partner kuruluşun yetkilisi Mustafa Bey’le irtibata geçiyoruz. Polisle yapılan uzun görüşmeler sonucunda otelin telefon numarasını vererek bu problemi aşabiliyoruz. Buraya daha sonra gelecek arkadaşlarımızın aynı sorunu yaşamaması için bu formun bir örneğini dönüşte almamız gerektiğini not ediyoruz.

Bu uzun bekleyişin ardından partner kuruluşumuz olan İslamıc Aid’in başkanı Mustafa Sarker Bey bizi karşılıyor. Mustafa Bey, 50-55 yaşlarında takım elbisesi ve kravatıyla siyasi kimliği olan bir kişi izlenimi veriyor. Kudretten kınalı olan saçı ve sakalıyla bize çok tanıdık geliyor. Dilimiz farklı olsa da ortak bir dili konuşuyoruz onunla. Selam kapısıyla açılıyor kapılar, yürek ve beden diliyle de anlaşıyoruz. Hava alanından dışarı çıktığımızda bir insan kalabalığı görüyoruz. Sanki yarı açık cezaevi mahkumları gibi demir parmaklıklar ardında bekleşiyorlar. Yakınlarını karşılamaya gelen yüzlerce insan, polis sopasıyla kontrol edilebiliyor. Sabahın bu erken saatinde bekleşen bu insanlar, bir eylem ya da protesto varmış izlenimi de uyandıran bir tablo oluşturuyor. Gayri ihtiyari fotoğraf makinelerine ve kameralara gidiyor ellerimiz. Bir müddet çekim yapıyoruz ve donan karelerde gördüğümüz manzarayı, yoksulluğun ilk işaretleri olarak kaydediyoruz. Dakka’da hiç beklemeden Coxs Bazar’a gitmemiz gerekiyor. Bu şehirde Arakanlı kardeşlerimizin kaldığı kampları, İHH’nın yaptırdığı yetimhaneyi ve okulu ziyaret etmeyi planlıyoruz. İç hatlar bölümüne geçip Coxs Bazar uçağına biniyoruz. 

 Coxs Bazar’a hareket

Uçak hareket eder etmez sese, söze can veren bir başlangıç cümlesiyle tutunuyoruz hayata. Yine ortak bir dille karşılanıyoruz. Hostes besmele çekip sefer duasını okuyor. Alışkın olmadığımız bu güzel davranış, İslam’ın görünür sembollerinden birinin Bengal halkınca nasıl kanıksandığını gösteriyor. Diğer taraftan Bengalce yapılan konuşmanın ardından gelen İngilizce, kültürün bir başka boyutunu da ele veriyor. Bize sunulan gazetelerde gördüğümüz de bu ortak kültürün ne kadar doğal hale geldiğini haber veriyor.

Pirinç tarlaları görülüyor uçaktan, muntazam bir görünümü var tarlaların. Her yerde küçük göletler; kimi doğal, kimi muson yağmurlarının etkisiyle su dolu çukurlar şeklinde. Etrafı çamur ve su birikintileriyle çepeçevre kuşatılmış, hepsi aynı tipte kibrit kutusu gibi evler. Küçük tepeler ve dağlar yemyeşil. Yağmur, toprağa bereket getirmiş; ama bu bereket, insanın işgal ettiği alanlar için felaket olmuş gibi.

 Yarım saat sonra Chittagong şehrine varıyoruz. Burası, Bangladeş’in en önemli liman şehri. Adını daha önce Nobel Ödüllü bilim adamı Prof. Muhammed Yunus’la duyduğum şehir Chittagong. Kısa bir bekleyişin ardından dünyanın en uzun doğal sahiliyle maruf Coxs Bazar’a hareket ediyoruz.