Dünyanın, nüfusu en yoğun ülkelerinden biri olan Bangladeş’in başkenti Dakka’ya tekrar geldik. Rakamlarla bildiğimiz insan kalabalığına aynel yakin olarak da şahit oluyoruz. 150 milyon nüfusa sahip bir ülkenin en fazla insan bulunan şehrindeyiz. Her yer insan kaynıyor. Diğer taraftan dünyanın en fakir ülkelerinden biri Bangladeş. Bu fakirliğe, hava alanına indiğimiz andan itibaren; insanlarıyla, ulaşım araçlarıyla ve evleriyle biz de tanık oluyoruz.

Nüfusun % 65’i fakirlik, % 15’i ise açlık sınırında yaşıyor Bangladeş’te. İşin daha vahim olan yanı; bu kadar fakir ve aç insanın bulunduğu bu ülke, tezatlarla dolu. Nüfusun belki de % 5’lik kesimi aşırı zengin. Hatta o kadar ki; merkezî caddelerde adım başı bankaya rastlamak mümkün. “Bu fakirlikte neden bu kadar çok banka var?” diye sorduğumuzda : “ Zenginler, paralarını bankalara yatırarak faiz yoluyla kazanç elde etme yolunu tercih ediyorlar.” cevabını alıyor ve donup kalıyoruz. İş alanlarına, fabrikalara en çok ihtiyaç duyulan bir ülkede, kendi halkından uzaklaşan ve varlıkta imtihanı kaybedenlerin olması ne acı… 
Tezatlar, sadece bununla sınırlı değil: bir yanda Bushundhara gibi dev alış veriş merkezleri ve lüks oteller, onların hemen arka sokaklarında kaldırım taşlarını mesken tutan insanlar; yollarda binlerce rikşa arasından hızla yol alan Toyota jipler; sayıları devlet okullarından daha fazla olan özel okullar; harabe binalar üstündeki dev reklam panoları ve dükkan kenarlarında başları yarı açık namaza duran kadınlar… Bu tezatlara bir de demografik ve kültürel yapıyla ilgili bozuklukları eklemek gerekir. 200 yıl boyunca İngilizler tarafından sömürgeleştirilmiş olan bu ülkede, insanların hayat tarzlarında ve davranış kalıplarında sömürülmüşlüğün izleri var. Bunda ayrıca Hindu kültürünün de etkisi var. Efendi köle ilişkisi, adı böyle konmamış olsa da, insanların zihinlerinde ve davranışlarında fark ediliyor. Hindistan’daki kast sisteminin kalıntıları hâlâ etkisini hissettiriyor ve insanlar arasında bir sınıf ayrımı göze çarpıyor. Hatta o derece ki nüfus cüzdanlarına bile kişinin hangi soydan geldiği yazılıyor. Çoduri ve Mirza soyundan gelenler, bu ülkenin en seçkin ve zengin insanları olarak biliniyor. Hindistan’dan farkı, sınıf atlamak mümkün ve evlilikle ilgili bir sınırlandırma yok. Kültürel alanda da bir çelişki göze çarpıyor. Dili Bengalce olan halkın neredeyse çoğunluğu İngilizce konuşuyor. İngilizce o kadar yerleşmiş ki kendi dillerini konuşurken dahi İngilizce kelimeler karışıveriyor. Ana dillerinin yapısının bozulma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu kendileri de dillendiriyorlar.
                                         
Kurban bayramı namazını Milli İdgâh denilen meydanda kılmak üzere yola düştüğümüzde her yerde bir bayram coşkusu yaşandığını gördük. Herkes, bugüne has giydiği özel kıyafetiyle yollara dökülmüş. Dakka’nın en kalabalık mescitlerinden birindeyiz. Burası, Millî İdgâh, kabaca açık hava mescidi. Senede sadece iki defa bu meydanda bayram namazı için Mü’minler toplanıyorlar. Muazzam bir insan kervanına biz de katılıyoruz. 100 bin insanın toplanabileceği bu meydanda, çadırlar kurulmuş, kilimler serilmiş, bayram namazı için hazırlıklar yapılmış. Dakka’da ilk defa bu kadar askeri, bir arada görüyoruz. Güvenlik için alınan önlemler, dikkatlerden kaçmıyor. Aşırıya kaçan bu kadar önlemin; bayramın, seçim öncesine rastlamasıyla ilgili olduğu söyleniyor. Liderlere suikastların düzenlendiği Bangladeş’te geçmişte iki parti lideri öldürülmüş. Her seçim arifesinde ölümle sonuçlanan çatışmalar yaşandığı belirtiliyor. Böylesi bir gündemde bayram neşesinden hiçbir şey eksilmemiş. Meydan yeri, aynı kıyafetleri giymiş binlerce insanla dolup taşmış. Türkiye’de alışık olmadığımız bir tablo var bu meydanda. İmamın dilini anlamıyoruz; ama yine de etkileyen bir havası var vaazın. Devlet ve hükümet yetkilileri de aynı mekanda namazı eda etmeye geliyorlar, zırhlı jipler nezaretinde. Namaz başlıyor, hayatımda belki hiç tatmadığım manevi bir yoğunlukta kılıyorum namazı. Sonrasında hutbe îrad ediliyor. Tekbirler, bizdeki gibi koro halinde getirilmiyor. Keşke, diyorum. Keşke, bu kadar kalabalık, teşrik tekbirlerini bizdeki gibi getirseler, kim bilir ne muazzam bir sadâ yayılırdı, Dakka semalarına. Yapılan dua ile yeniden kendime geliyorum. Dünya Müslümanları için de dua cümleleri yer alıyor. Özellikle de Filistin… Gözyaşları ve hıçkırıklar eşliğinde Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın özgürlüğü için Rabbe niyazda bulunuluyor. Nöbet tutan askerlerin de gözleri yaşlı, bu lahuti nağmelere el açıp amin diyorlar. Rabbime hamdediyorum, böylesi bir namazı bana tattırdığı için.
Yüzlerce Müslümanla “ îd mübarek.” diyerek bayramlaşıyor, kucaklaşıyor ve birbirimize dualar ediyoruz.
Bu coşku, hız kesmeden devam ediyor. Beytul Mükerreme’ye, Natıonel Mosgue da denilen 5 katlı camiye gidiyoruz. Burada 5 defa kılınıyormuş bayram namazı. Birine biz de şahit oluyoruz. İçerisi dolup taşmış, merdivenler, caddeler namazgâh olmuş. Harika bir manzara. Bengaller, tam bir tevhit eylemiyle, İslamlığını ilan ve ikrar ediyor.